Büyük bir ustadan destansı bir roman


Jorge Mario Pedro Vargas Llosa okurların bildiği adıyla Mario Vargas Llosa Çağdaş romancıların ve denemecilerin en önemlilerinden biri olarak kabul edilir. 1960'larda Kent ve Köpekler (1962), Yeşil Ev (1965) gibi romanlarıyla ün kazanmış. 2010 Nobel Edebiyat Ödülü ve İspanyolca’nın en önemli ödülü kabul edilen Cervantes Ödülü (1994) dahil sayısız ödül kazanmış. Romanlarının yanısıra deneme ve eleştirileriyle de dikkati çeken bir yazar. Romanlarından bazıları sinemaya uyarlanmış. Dünya dillerine çevrilmiş. Birçok eseri Türkçe’de de yayınlanmış. Latin Amerikalı birçok yazar gibi o da siyasetle yakından ilgili. Gençliğinde komünizme sempati duyduktan sonra, 1970'lerden liberalizme kaymış. 1990 seçimlerinde merkez sağ siyasi koalisyon Frente Democrático için Peru cumhurbaşkanlığı adayı olmuş ve ikinci turda seçimi kaybetmiş. Sonradan İspanyol tabiyetine geçse de Mario Vargas Llosa'nın eserlerinin çoğu memleketi Peru’dan kaynaklanır ve orayla ilgilidir. Türkçeye çevrilmemiş nadir başyapıtlarından ‘Dünya Sonu Savaşı’nda ise Brezilya’da geçen bir öykü anlatıyor. 1981’de ilk yayınlanışından tam 40 yıl sonra Türkçede okuyoruz bu dev eseri. Dev bir eser çünkü tam 856 sayfa. Sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da dev. Destansı, çok katmanlı, çok boyutlu bir roman ‘Dünya Sonu Savaşı’. Romanda 1897'de meydana gelen ve 10.000'den fazla askerin Brezilya'nın kuzeydoğusunda seferber edildiği tarihi bir olay olan Canudos Savaşı’nı yeniden yaratıyor. Canudos Savaşı, Brezilya Ordusu ile Antonio Conselheiro liderliğindeki sosyo-dini içerikli popüler bir hareketin üyeleri arasında bir çatışmaymış. 1896 ve 1897 yılları arasında, cumhuriyetçi Brezilya'nın ilk yıllarında, o zamanlar Brezilya'nın kuzeydoğu bölgesindeki Bahia eyaletinin iç kısmındaki Canudos topluluğunda gerçekleşti. Bahia, büyük şehirleri olmayan, tarım ve sığır çiftliğine dayalı bir ekonomili ve esas olarak eski siyah kölelerden, yoksullaşmış yerlilerden oluşan bir nüfusa sahip çok fakir bir bölgeymiş. Dini duyguların çok yoğun olduğu ve din adamlarının etkisinin belirgin bir şekilde yaşandığı bu bölgede ortaya çıkan birçok manevi mistik vaizden biri de Antonio Conselheiro. Hıristiyan geleneğinin ayinlerini uygulamak için kasabadan kasabaya dolaşıyor ve tavır ve davranışlarıyla zaten maddi ve manevi bir yoklukta yaşayan insanları çok kolay etkileyip kendine bağlıyor. Cumhuriyetçi yönetimin getirdiği yeni uygulamalar da Antonio Conselheiro’nun işini kolaylaştırıyor. Conselheiro “dünyanın sonunun yakın olduğunu ve Brezilya İmparatorluğu'nun çöküşünü ve onun yerine bir cumhuriyetin geçmesini çevreleyen siyasi kaosun şeytanın işi olduğunu vaaz ediyor”. İyi İsa’nın ilkelerini yeniden tesis etmenin zamanının geldiğini söylüyor. Yoksulluk, adaletsizlik, ağır vergiler ve bitmek bilmeyen kuraklıktan yılmış vaziyetteki insanlar onun dinin özüne dönüp paradan, vergiden, evlilik kurumundan, nüfus sayımından muaf daha iyi bir dünya vaadine bir kurtuluş umudu olarak sarılıyor ve vaizi izlemeye başlıyorlar. Conselheiro’nun takipçilerine yaptıkları kötülüklerden pişmanlık duyan katiller, suçlular, hırsızlar ve çeteler de katılıyor. 1893'te binlerce takipçisiyle birlikte Bahia’da Monte Santo şehri yakınlarında bulunan Canudos çiftliğine kalıcı olarak yerleşmeye karar veriyor. Burada vaat ettiği cennet düzenini kuracaktır. Canudos’da yaşayanların karınları doyup, sakin ve güvenli bir hayat yaşanmaya başladığı duyulunca bölgedeki diğer insanları da kendisine çekmeye başlıyor. Akın akın Canudos’a göç edip Conselheiro’nun takipçilerine katılıyorlar. bu yönetim biçiminin yayılacağından, kendi çiftliklerinin Conselheiro’nun takipçileri tarafından işgal edileceğinden endişe eden eyalet yöneticileri Antônio Conselheiro'yu monarşik bir ayaklanmaya önderlik etmeye çalışmakla suçlayarak bu toplanmayı dağıtmaya çalışıyor. Ama başarılı olamıyorlar ve sonunda rejimi tehlikede gören Brezilya ordusu bu işe müdahale etmeye karar veriyor. Mario Vargas Llosa, gerçeklerden yola çıkarak yazdığı romanında çok sayıda karakter ve hikayeyi birbirine ustaca bağlayarak bir oya gibi işliyor. İlk başlarda karakter ve olay çokluğu, öykülerin birbirinden bağımsızmış gibi gelişmeleri okurda hem kafa karışıklığı hem de takip güçlüğü yaratıyor. Ama sayfalar ilerledikçe öyküler birleşiyor, karakterlerin yolları kesişiyor ve aslında her şeyin birbirine nasıl sıkı bağlarla bağlı olduğu ortaya çıkıyor. Devletin tepesinde geliştirilen politikalarla, Bahai’nın ücra bir köyünde yaşanan olayların nasıl çok ilgisizmiş gibiyken birbirini karşılıklı olarak belirlediğini kavramaya başlıyorsunuz. Llosa, gerçek bir olaydan yola çıkıp anlatısını kronolojik olarak kurarken tüm tarafların ve farklı bakışların romanda yer almasını sağlıyor. Anlatıya bir de savaş vahşeti katılıyor. Savaşın insanların hayatını nasıl değiştirdiği, ilişkileri ve coğrafyaları nasıl belirlediğini tüm gerçekliğiyle ustaca anlatmış Llosa. Anlatı aynı zamanda masalsı, mucizeler, inanılmaz olaylar, akılla tarif edilemez gelişmelerde olabilir. büyülü gerçekçiliğin büyük eserlerinden birini okuduğunuzu hissedersiniz sayfalar ilerledikçe. Ama anlatılan hiçbir şey mantık dışı değildir ve gerçek hayatta yaşanabilenecek, en azından yaşandığına inanılacak olaylardır. Zaten hayatta böyle değil midir? Mario Vargas Llosa, destansı bir roman yazmış. Kitabın kalınlığı göz korkutsa da daha ilk sayfadan anlatıya, maceranın kapılıp hızla okuyor ve edebiyat zevkini tadarak son sayfayageldiğinşizde hiç bitmeseydi diye düşünüyorsunuz (17.09.2021, Hürriyet Kitap - Sanat).

Yorumlar