Puslu adadan İzmir’e Türkiye tarihi


Köstence Adası, diğer adıyla Uzunada İzmir Körfezi’nin orta kısmında Foça kıyıları ve Karaburun yarımadası arasındaki adaların en büyüğüymüş. Kuzey-güney yönünde 9 km'yi bulan uzunluğu ve 30 km'yi bulan yüz ölçümü ile Köstence Adası, Türkiye’nin Ege denizindeki üçüncü, Türkiye genelinde ise dördüncü büyük adası. Urla ve Karaburun kıyılarına yakınmış. Köstence Adası günümüzde askeri bir ada ve personel aileleri dışında sivillerin girilmesi yasakmış.

Ahmet Büke yeni romanı Deli İbram Divanı’na mekan olarak bu adayı seçmiş. Adanın Antik Yunan’a uzanan uzun bir tarihi var. Antik Yunancada adı Drymoussa olan ada, ayrıca Makronisi ("uzun ada") veya Englezonisi ("İngilizlerin adası") olarak adlandırılmış. Kösten ya da Köstence diye adlandıranlar da varmış. 1914 yılında adada yaklaşık 2.000 Türk ve Rum’un yaşadığı biliniyor. I. Dünya Savaşı sırasında, İngiliz Kraliyet Donanması'nın Akdeniz Filosu, Nisan 1916'da adayı işgal etmiş. Daha sonra Almanların desteği ile ada Osmanlılar’ın yönetimine geçmiş. İzmir’in savunması açısından önemli bir yerde olduğu için ada askeri üs olarak kullanılmaya başlamış. Adanın askeri üs olarak kullanılmasının yüz yıllık geçmişi var. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında İttihatçıların adadaki sivilleri tahliye ettiği anlaşılıyor.

Ahmet Büke romanı Deli İbram Divanı’nı 1950’lere, Türkiye’nin çok partili döneme geçtiği, Demokrat Parti’nin kurulduğu yıllara kurgulamış. İzmir’e yakın ama gözden ırak bu adada yaşayan bir ailenin öyküsünü anlatarak başlıyor. Adada esas olarak balıkçılık yapılıyor. Çok sayıda dalyan var. “Balıkçı” diye anılan adam da bu dalyanlardan birine sahip. Ayrıca zeytincilik de yapıyorlar. Kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlar. Ama bazı kışlar kolay geçmiyor. Yeterince balık tutulamıyor. Açlıktan çaresiz kalınca balık değildir, mübarek hayvandır dedikleri yunusları avlamak zorunda kalıyorlar. Ahmet Büke, dalyancılığı, yunus balığının nasıl avlandığını, yakalandıktan sonra nasıl kullanıldığını ayrıntılı bir biçimde anlatmış. Balıkçı’nın oğlu 10 yaşlarındaki Osman’ın yunus avına katılması ve bir yunusu avlaması geleceğini belirleyecek bir travma olarak önemli.  

Balıkçı’nın en yakın dostları Çanakkale’de birlikte savaştığı Demirci Asım ve romana adını veren Deli İbram. Deli İbram’ın anlatımıyla Köstence Adası’nın tarihini efsanelerle, türkülerle karışık bir biçimde öğreniyoruz. Adanın efsaneleşmiş tarihinde iki kadının Saruca Hatun ve Rum Bacı’nın önemli rolleri olmuş. Ahmet Büke’nin Deli İbram’ın ağzından anlattıkları ne kadar gerçek bilemiyorum ama ada için oldukça inandırıcı bir tarih kurduğunu söyleyebilirim. Bir anlatının başarısı için de inandırıcılık önemlidir.

Balıkçı ve Demirci Asım ise Demokrat Parti iktidarının gelmesi ile adada yaşanan siyasi ve ekonomik değişimin, hızla gerçekleştirilen doğa tahribinin hem anlatıcısı hem de kurbanı olacak. Adanın tek zengini ve hakimi Zina Mehmet’in Osmanlı’dan, tek parti yönetiminden beri kurduğu ve ticaret - devlet – din ilişkisi ile geliştirdiği sömürü düzenini torunu Eczacı Süleyman 50’lerde yeni bir evreye sokacaktır.

Balıkçı adada yaşanan gerilimi ve geleceklerinin karanlık olduğunu düşünerek oğlu Osman’ı bir zamanların çetecisi, eski kaptan, büyük dayı Yusuf Reis’in yanına, İzmir’e yollar. Böylece aynı zaman dilimi içinde İzmir’de yaşanan siyasi ve ekonomik değişime de şahit oluruz.

Tabii Yusuf Reis’in gemicilik ve kaptanlık zamanları da bol bol deniz öyküleri anlatma olanağı verir. Gemi, tekne yapımı konularında, onların yönetimleri hakkında ve gemicilerin kendi aralarında ilişkileri ile ilgili bolca bilgi sahibi olma imkanı buluruz.

Yusuf Reis’in manevi kızı Leyla’nın ve ailesinin öyküsü, Leyla’nın genç kızlık döneminde yaşadıkları ve nihayet Osman’la kurduğu duygusal ilişki de romanın bir başka boyutunu oluşturur. Leyla ve Osman sayesinde İzmir’in 50’li yıllardaki sosyal hayatına şahit oluruz.

Ahmet Büke zaman zaman destansılaşan, esas olarak anlatıya dayalı gerçekçi bir roman yazmış. İzmir’in tam göz önünde olan ama bilinmeyen, gidilemeyen bir adasından yola çıkarak yakın tarihimize ayna tutuyor ve bugünkü düzenin nasıl kurulduğunu kavramamızı sağlıyor.          

Ahmet Büke romanı Deli İbram Divanı hem bir ada ve deniz hikâyesi hem de Ege’nin, İzmir’in mekan olduğu yakın tarihle hesaplaşan bir gerçekçi roman. Hangi açıdan yaklaşırsanız yaklaşın keyifle, merakla, öğrenerek okunan başarılı bir edebiyat eseri. (12.11.2021, Hürriyet Kitap - Sanat). 

Yorumlar