İhsan Oktay Anar 2014’te “Galiz Kahraman” yayınlandığında bundan böyle kendini edebiyattan emekli edip, roman yazmama kararı aldığını söylemişti. ‘Severek yaptığım, zevk aldığım şeylerden biri de roman yazmaktı. Onu da tükettim,’ diyen Anar, ‘Yedi kitap yazdım, artık yeter. Sekizincisini yazarsam, bu bir tür enflasyon demektir. Bu yüzden başka bir türe geçebilirim. Bir işi tadında bırakmak gerekir. Elbette bu benim şahsi kanaatim.’ diye konuşmuştu. İhsan Oktay Anar çok az görünse, hemen hiç konuşmasa da onun açıklamasında ciddi olduğunu, içtenlikle düşüncelerini açıkladığını düşünüyoruz. Hiç tanımayanla bile böyle içtenlikli bir ilişki kuruyor çünkü. Okurlarını çok üzen bu açıklamadan sonra geçtiğimiz aylarda yeni romanının yayınlanacağının açıklanması doğal olarak hem heyecan hem de yüksek bir beklenti yarattı.
Yeni
romanın çıkacağı haberinin yarattığı heyecan üzerine ketumluğu ile ünlü usta
yazardan kaynaklanan başka bilgiler gelmeye başladı. Bunlardan biri sanki ilk
açıklamaya sadık kalmak istediğinin belirtilmesiydi. İhsan Oktay Anar, bu eseri
roman yazmayı bıraktım açıklamasından önce yazmaya başlamıştı ve şimdi son
noktayı koymuştu. Benim de aklıma twitter’da rastladığım “Nadirkitap'ta
gezinirken İhsan Oktay Anar'ın yayımlanmamış "Tamu" romanının
taslağıyla karşılaştım. 6000 liraya satılıyor. Yanlış hatırlamıyorsam İhsan
Oktay da sızdırıldığı için vazgeçmişti yayımlamaktan” mesajı gelmişti. Anar’ın
açıklamasıyla bu tweet’i birlikte değerlendirince “Acaba Tamu’yu mu yayınlamaya
karar verdi,” diye düşünmüştüm. Nasıl olursa olsun bu yılın en hayırlı
enflasyonu Anar’dan yeni bir kitap gelmesiydi. Üstelik yazmayı bıraktım
açıklamasında söylediği gibi kolay okunur bir bilim kitabı değil bir roman
yazmıştı.
İhsan
Oktay Anar yeni roman yazmakla kalmamış, yeni kitabı için yeni bir yayıneviyle
de çalışmaya karar vermişti. Everest Yayınları Anar’ın yeni roman yazdığını
açıklamasından itibaren ilgiyi sürekli canlı tutan bir tanıtım kampanyası
yürüttü. Öyle ki kitabın matbaa formuna kadar gördük ve ciltli ve ciltsiz iki
ayrı formatta, iki ayrı kapakla yayınlanacağını da öğrendik. Sonunda kitabın
adı da açıklandı; Tiamat.
Herkes
hemen bu sözcüğü günün moda deyimiyle google’ladı. Arama sayfasının en üstünde
şöyle yazıyordu; “Okyanusların ilkel tanrıçası olarak tanımlanan Tiamat,
kaosa karşı mücadele eder. Mezopotamya mitolojisinde Tiamat ve
türevleri oldukça sık bir şekilde rastlanır. Yaratıcı tanrıdır, kozmosun ve
yaratılışın sebebidir. Yaratıcı ve yok edici anlama sahiptir.” Romanın adı
mitolojik bir eser okuyacağımız izlenimini veriyordu. Ama Tiamat’ın bir gezegen
olduğu bilgisi de vardı. “Sümerler Tiamat adlı bir gezegenin Mars ile
Jüpiter arasında var olduğuna inanıyordu. Tiamat'ın yörüngesinin değiştiğini ve
dünyanın Tiamat olduğunu iddia edenler de vardı.” İhsan Oktay Anar’ın
hangisinden söz ettiğini yoksa farklı bir Tiamat mı yarattığını anlamak için
tabii ki romanı okumak gerekiyordu.
İhsan
Oktay Anar, bir tarihi romancı değil. Tarihten yararlanıyor, tarihe göndermeler
yapmayı, oradan öyküler çıkarmayı seviyor ama tarihe bağlı kalmıyor. Tiamat’ın
kahramanı da ilk denizaltılardan, tahtelbahir diye anılan bir gemi.
Yıl
Milâdi 1915. Cihan harbi sürüyor. Abdülhamit sınıfı
tahtelbahir gemisi, yani denizaltı Akdeniz’de görevde. Görevi Britanya’nın
Mısır’dan deniz yoluyla askeri sevkiyatını engellemek. Devlet-i Aliye armalı bu
denizaltının telsiz kodu T1AMAT.
Mitolojinin tanrıçası ile denizaltının kod adının birleşmesini nasıl
yorumlamalı acaba?
Çok
yoğun bir çatışma ortamında tahtelbahir İngiliz donanmasının gemileri
ile tek başına mücadele ediyor. Çatışmalar tüm yoğunluğuyla sürerken
tahtelbahir bir şilep tespit ediyor. Şileple iletişim kurma çabaları karşılık
bulmuyor. Şilebi ya batıracak ya da asker çıkaracaklardır. Tahtelbahir uzun
süredir denizde olduğu için yiyecek içecek sıkıntısı vardır. Şilepte taze
yiyecek içecek varsa çok işe yarayacaktır. Ayrıca şilepte bulunabilecek telsiz
kayıtları ve diğer belgeler düşman güçlerin durumu hakkında yeni bilgiler
edinmeyi de sağlayabilir. Bu düşüncelerle şilebe asker çıkarmaya karar verilir.
Şilep
sanki terk edilmiş gibidir. Hiçbir mukavemetle karşılaşmadan şilebe çıkarlar ve
yiyecek içeceğin yanında büyük bir ganimetle karşılaşırlar. Bu altın bir sandukadır.
Üzerindeki melek desenleriyle kör edici bir ışıltı yayan, sanki elektrik yüklü
sandukada kim bilir ne hazineler saklıdır. Açamayınca tahtelbahire götürmeye
karar verirler. Yine buldukları topuzlu büyükçe çivileri de belki altındır diye
götürürler.
Tahtelbahirde
sanduka kararır, garip bir siyah renk alır ve üzerindeki melekler iki ifrite
dönüşür. Gemi mürettebatının bu sandukayla neler yaşadığı, çivilerin nasıl bir
işlevi olduğunu, mürettebatı nasıl zombileştirdiklerini ise romanı okuyunca
anlayacaksınız.
İhsan
Oktay Anar sevdiğimiz üslubu ve ayrıntıya verdiği önemle tahtelbahiri,
yapısını, makinelerin nasıl çalıştığını, çıkardığı seslere kadar bir roman
kahramanı olarak uzun uzun anlatıyor. Şiddetli bir deniz savaşı sırasında bir
denizaltıya sıkışmış erkeklerden dünyasını, ilişkileri ise romanın en önemli
boyutu. Osmanlı toplumunun her kesimini temsil eden, her biri çok ilginç tipleri
de uzun uzun anlatıyor Anar.
Onların
arasındaki ilişkiler de ast üst ilişkisi, askeri hiyerarşinin nasıl
işlediğinden yola çıkıp kişilerarası iktidar ilişkilerini de yansıtmasını
sağlıyor yazarın. Boş inançların, hurafelerin insan yaşamını nasıl etkilediği
de bir başka boyut. Ama İhsan Oktay Anar, 1915’in siyasi ortamına, savaşın
insanlar üzerindeki etkisine yoğunlaşmıyor. Anlatıyı önce bilimkurguya, sonra
soluk soluğa bir macerada gelişen fantastik bir anlatıya dönüştürüyor. Fantastik
de her zaman mitoloji ile ilgilidir. Tiamat’taki mitolojik göndermeler üzerinde
ayrıca durulması gerekli.
İhsan
Oktay Anar kendine has anlatımı ve kurgusuyla gelişen, sinematografik niteliği
de olan usta işi bir anlatı yazmış. Tiamat
bir macera romanı temposunda soluk soluğa okunuyor.(18.02.2022, Hürriyet Kitap - Sanat)
Yorumlar