Sezai Karakoç’un “ateşten bir azab”ı


“Geriye dönmek belki kimileri için çok zevkli bir uğraştır. Ama benim için hiç de öyle değil. Baştan beri bir daha yaşamak demek olan hâtıraları gözden geçirmek, ateşten bir azab demek benim için. Ama öyle de olsa tecrübelerimizden yararlanacak birkaç kişi çıkacaksa, bu azaba katlanmaya değer…”diye anlatmaya başlıyor Türk şiirinin büyük ustası Sezai Karakoç. İki kalın ciltten, toplam 976 sayfadan oluşan bir hatıralar toplamı. 

Vefatından sonra kitaplaşabilen Sezai Karakoç’un “Hâtıralar”ı üstadı yakından takip eden okurları ve edebiyat camiası için bilinmedik bir eser değildi. “Hâtıralar” Diriliş dergisinin yedinci ve son döneminde bir dizi halinde yayınlanmaya başlamıştı. 25 Temmuz 1988 tarihinden itibaren haftalık olarak çıkan derginin her sayısında düzenli olarak okurla buluşmuş ve son bölüm 5 Şubat 1992 tarihli dergide yer almıştı. Demek ki 20 yıldır “Hâtıralar”ın kitaplaşması bekleniyormuş. Üstat İstanbul Üniversitesi tarafından fahri doktora takdiminden sonra yapılan sohbette hatıralarının kitaplaştırılmasını istediğini belirtmiş. Bu sözleri de vasiyet olarak görülüp bu önemli yayın gerçekleştirilmiş.

“Hâtıralar”ın kitaplaşmasının gecikmesinde kuşkusuz Sezai Karakoç’un onları kaleme alırken yaşadığı tereddütün de etkisi vardır. “Bütün bunları yazmaktan bir zevk duyduğumu sanmayınız. Aksine, çok büyük ıstırap duyuyorum. Hatta kimi zaman üzülüyor, “nerden başladım bu Hâtıralar’a?” diyorum kendi kendime. Ama bir kere başladık. Kader başlattı. Her hafta dergi yakama yapışıyor ve istesem de istemesem de “bir parça” hâtıra koparıyor. Haftalık gıdası gibi. Bunda hâlâ bir tereddüdüm var. Bu Hâtıralar’ı yazmalı mıydım, yazmamalı mıydım?  Bunda hâlâ bir tereddüdüm var. Ama madem ki yazmaya başladım, hakikatleri yazmalıyım. Bunları gizlersem okura ve camiaya, gençlere karşı görevimi yapmamış olurum…” diye yazmış hatıralarını kaleme alıp yayınlatmayı sürdürürken.

Sezai Karakoç, hatıra, otobiyografi yazmak gibi konularda çok kafa yormuş. Sonuçta otobiyografi yerine hatırayı tercih etmiş. Bir yaşamın tamamını vermenin mümkün olmadığını yazıyor, “her hayat, sonsuzcasına zengin” diye düşünüyor. Sayısız anı parçacığını barındıran hayatı bütünüyle vermek mümkün değildir, diyor. Yine de biyografilerin realiteyi aydınlattığı görüşüyle yazmaya başlıyor. Çünkü kendisi hakkında, hayatı hakkında yanlış bilinenleri düzeltmenin, hakkında ortaya atılan “yanlışlıklar, kasıtlı kasıtsız saptırmalar”a, iddialara cevap vermenin, gerçekleri anlatmanın bir yolu olarak görüyor.

Sezai Karakoç doğum yeri Ergani’den, ailesinden, çocukluğundan söz ederek anlatmaya başlıyor. Ailesinin fertlerinin öykülerini, yaşadıkları çevreyi, ilginç kişileri ayrıntılı olarak betimliyor. Sonra da kronolojik olarak anlatmaya devam ediyor. İlkokulu Ergani’de, ortaokulu Maraş’ta , liseyi Gaziantep’te okumuş. Çünkü her kasabada ortaokul, her şehirde lise yok. Onunla 1930’lardan itibaren Türkiye’nin, Anadolu’nun geçirdiği değişimi, tek parti yıllarını, İkinci dünya savaşının günlük yaşama etkilerini de o yıllardan ilginç portrelerle izliyoruz. Çünkü Sezai Karakoç çevresini, yaşadığı yerleri derin gözlemlerle, akıcı bir anlatımla kaleme almakla yetinmiyor, o dönemlerde yaşanan önemli toplumsal ve siyasi olaylardan da söz ediyor, yorumluyor, yaşamına etkisini anlatıyor. 



Maraş Ortaokulu’nda okurken Büyük Doğu dergisiyle tanışması yaşamını etkileyen, belki de geleceğini belirleyen en önemli gelişme olacaktır. O dönemlerde yazmaktan çok okumak onu cezbeder. Lisedeyken bir yandan Arapça ve Farsça çalışıp İslam’ın temel eserlerini, doğunun klasiklerini okurken diğer yandan Fransızcayı ihmal etmez ve Batı klasikleri de yaşamına girer.

Büyük Doğu okuduğu için okulda başı derde girdiğinde “Ben okuldan atılsam bile davamdan vazgeçmem” diyecek kadar kararlıdır. Çok çalışkan, başarılı bir öğrenci olması sayesinde okuldan atılmadan liseyi bitirecektir.

1949’da Büyük Doğu’nun üyelik için yaptığı çağrıya katılır ve üyelik kartı edinir. İlk şiiri de takma adla Büyük Doğu’da yayınlanacaktır. Liseden mezun olup İstanbul’a gittiğinde de doğruca dergiye gider. Necip Fazıl’la yakın ilişkileri Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken de sürer. Hayatına Osman Yüksel Serdengeçti, Fethi Gemuhluoğlu, Mehmet Şevket Eygi gibi kişiler girer.

Mülkiye’de Cemal Süreya ile dost olacak, Muzaffer Erdost, Ahmet Oktay, Orhan Duru, Gülten Akın gibi şair ve yazarla tanışacak, II. Yeni süreci başlayacaktır. Mülkiye Dergisi’nde başlayan yayınlanma macerası Pazar Postası’nda çıkan şiir ve yazılar, sonrasında çıkardıkları Şiir Sanatı dergisi ile sürer. 

Çok partili dönem, 27 Mayıs darbesi gibi siyasi gelişmeler yaşanırken ilk kitaplarını yayınlar ve Diriliş’i çıkarmaya başlar. İstanbul’da edebiyat ve düşünce ortamlarına girer. Baylan Pastanesi, Marmara Kahvehanesi gibi entelektüel mekanların müdavimi olur. Gazetelerde ve haftalık dergilerde yazıları, şiirleri yayınlanır. Bir yandan da çalışma hayatını sürdürmeye çalışır, ailesiyle ilgilenir.

Sezai Karakoç’un hatıraları 1974 yılında son buluyor. 976 sayfa boyunca Sezai Karakoç’un yaşamını kendi kaleminden okurken, onun yorumuyla Türkiye’nin geçirdiği toplumsal ve siyasi değişimi de hatırlıyoruz.

Sezai Karakoç’un “Hâtıralar”ı büyük bir şairin, önemli bir düşünce adamının büyük bir gözlem gücüyle, ayrıntılı olarak anlattığı yaşam öyküsünün yanında çağına tanıklığı olarak da önemli bir eser. Keşke daha çok anlatsaydı diyorum. (18.11.2022, Hürriyet Kitap - Sanat). 




 

Yorumlar