“Gazetelerde her gün Rusya hakkında binlerce sözcük yazılıp çiziliyordu. O anda orada bulunmayan ve öyle aman aman kaynaklara da sahip olmayan birileri Stalin’in ne düşündüğü, Rus genelkurmayının planları, askerî hareketlilikler, nükleer silahlar ve güdümlü füze denemeleri hakkında bir sürü yazı yazıp duruyordu. O zaman düşündük ki, Rusya hakkında hiç kimsenin yazmadığı bir şeyler de vardı ve bizi en çok ilgilendiren şeyler aslında bunlardı. İnsanlar orada nasıl giyinir? Akşam yemeğinde ne yerler? Parti verip eğlenirler mi? Yiyecekleri nelerdir? Nasıl sevişirler ve nasıl ölürler? Nelerden konuşurlar? Dans ederler mi? Şarkı söylerler mi? Oyun oynarlar mı? Çocukları okula gider mi? Bu sorulara dair araştırma yapmak, fotoğraf çekmek ve yazı yazmak iyi bir fikir olabilir diye düşündük” diye yazıyor Steinbeck.
Robert Capa zaten İspanya İç Savaşı’ndan beri Sovyetler
Birliği’ne (SSCB) gidip ne olup bittiğini görmek, fotoğraflamak istemektedir. İkinci
Dünya Savaşı henüz bitmiş, savaşta Naziler’e karşı aynı cephede yer alan iki
ülke ABD ve SSCB birbirine düşman olmuş, aralarında soğuk savaş başlamıştır. ABD’de
halk basının da etkisi ile her an Ruslar’ın saldırmasını bekleyen bir ruh hali
içindedir. Steinbeck bu yanıltıcı haberlerin masa başında yazıldığını
düşünmekte ve savaş sonrası SSCB’ye gidip gerçekte neler olduğunu görmek
istemektedir. Steinbeck ve Capa birlikte gidip, halkın arasına karışıp SSCB’de
neler olduğunu yazmaya, görüntülerle belgelemeye karar verir. SSCB savaş
sonrası yaralarını mı sarmaya çalışmaktadır yoksa yeni bir büyük savaşa mı
hazırlanmaktadır?
SSCB kapalı bir kutu gibidir, oraya gitmek de orada gezip
gördüklerini yazmak, görüntülemek de pek kolay değildir. Capa daha önceki
seyahat başvurularına hep olumsuz cevap almış, Rusya’ya gelmesine izin verilmemiştir.
Bu kez yanında dünyaca meşhur bir yazar vardır. Gerçekçi bir yazardır Steinbeck
ve Ruslar onu proletaryanın bir dostu olarak kabul edip gelmesine izin
verebilir. Gerçekten de Steinbeck’in vize başvurusu çok bekletilmeden kabul
edilir ama Ruslar “fotoğrafçı götürmenize ne gerek var? Sovyetler Birliği’nde
bir sürü fotoğrafçı var” düşüncesindedir. Steinbeck’in buna cevabı “Fakat bir
Capa’nız yok” olur.
Ruslar haklıdır, görüntü yazıdan daha güçlüdür, belge
etkisi yapar. Üstelik iki ülkenin aralarında yaratılan düşmanlık nedeniyle uzun
yıllardır Sovyetler Birliği’nde bir Amerikalı tarafından fotoğraf
çekilmemiştir. Nihayet ikisi de vizelerini alıp Rusya’ya doğru yola çıkarlar.
Yola çıkarken tartıştıkları bir konu da SSCB’de
gördüklerini, yaşadıklarını yazıya ve görüntüye nasıl dökecekleridir.
“Seyahatimizi nasıl kayda geçireceğimizi düşündük, uzun tartışmaların ardından,
her şeyi yaşandığı gibi, gün gün, tecrübe tecrübe, mekân mekân yazmaya ve
olayları kategorize etmemeye karar verdik. Ne gördüysek ne duyduysak onu
yazacağız. Bunun modern gazetecilik işlerinin büyük kısmına ters düştüğünün
farkındayım, ama belki tam da bu yüzden iyi bir şey. Bunlar bizim başımıza
gelenler. Bu yazdığımız Rusya’nın hikâyesi değil, bir Rusya hikâyesi” diye
anlatıyor Steinbeck.
Sovyetler Birliği’nde kaldıkları birkaç haftada
Moskova’yı, Stalingrad’ı, Kiev’i, Tiflis ve Batum’u dolaşmışlar yani gördükleri
sadece Rusya değil Ukrayna ve Gürcistan da ziyaret edilmiş. O zamanlar SSCB’yi
oluşturan ülkelerden üçü. Ne kadar aynı devletler birliğinde olsalar da farklı
milletler. Farklı yaşam biçimleri, adetleri, tavırları var. Steinbeck ve Capa
da bu farkları çok iyi gözlemlemiş, yazıya ve görüntüye aktarmış.
1947 yılı, Sovyetler Birliği hem savaşın yarattığı büyük yıkımı aşıp yeniden inşa edilmeye çalışılıyor hem de Dünyanın iki büyük gücünden biri olarak ABD ile her alanda rekabet etmek, onu geçmek için çalışıyor. Halk devlete güveniyor. Yoklukları dayanışma ile aşacaklarına inanıyorlar. Steinbeck ne kadar tarafsız bir gözlemci olarak davranmak istese de ABD ve SSCB’deki bürokrasileri, halkın yaşamını, tavırlarını karşılaştırmadan edemiyor.
Steinbeck ve Capa sürekli rehber eşliğinde, sık sık
bürokrasi ve devlet tarafından engellenerek sadece kendilerine gösterilenleri
görüyor, Rusların görüşmelerine izin verdiği insanlarla görüşebiliyor.
Yaptıkları devlet kontrolünde birkaç haftalık turistik bir gezi. Yine de büyük
bir yazar ve usta bir fotoğrafçının gözleri gerçekleri ayırt edebiliyor ve
doğru yorumlara varıyorlar. Sonuç olarak da “Tabii ki yüzeysel bir metin bu,
başka nasıl olabilirdi ki? Varabileceğimiz kesin bir kanaat yok, sadece
Rusların da dünyadaki diğer bütün insanlara benzediğini söyleyebiliriz. Tabii
ki aralarında kötüleri de vardır ama büyük çoğunluğu çok iyi insanlar” diye
yazıyor Steinbeck.
Deniz Keskin’in Türkçeye kazandırdığı Rusya Günlüğü John Steinbeck’in klasikleşmiş eserlerinden farklı bir çalışma. Önyargısız bir anlayışla, rahat ve objektif bir bakışla SSCB gezisi sırasında gördüklerini, yaşadıklarını, düşüncelerini keyifli bir dille yazıya dökmüş. Robert Capa’nın muhteşem fotoğraflarıyla kitap daha da zenginleşmiş. SSCB nasıl bir ülkeydi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında orada nasıl bir yaşam vardı anlamak için de faydalı bir kitap. (02.12.2022, Hürriyet sanat Kitap).
Yorumlar