Siyah deri valizin esrarı


Çağdaş Türk şiirinin büyük ustalarından Hilmi Yavuz yirmi sekiz yıl sonra yeni bir anlatı ile geldi; Saatine Bakan Adam. Hilmi Yavuz’un daha önce Taormina (1990), Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri (1991) ve Kuyu (1994) adlı anlatıları yayınlanmıştı. Bu anlatılar 1995’te Üç Anlatı başlığı ile tek bir ciltte toplanmıştı ki böyle bir toplamla Hilmi Yavuz’un anlatı serüvenini noktaladığı ve esas yazı alanları olan şiir ve denemede çalışmalarını sürdüreceğini düşünmek normaldir. Nitekim yaklaşık otuz yıldır da bu türlerdeki verimlerini okuduk.

Postmodern olmak, postmodern olarak tanımlamak ülkemizde her zaman önemli bir tartışma konusu olmuştur. Hangi edebiyat eserinin postmodern olduğu kadar hangi yazarın postmodern tarzda yazdığı da hep tartışılır. Postmodern yazar olduğu düşünülenler bu sıfatı reddederler. Çünkü bu sıfatın aşağılama ya da eserlerini değersizleştirme amacıyla kullanıldığını düşünürler. Hilmi Yavuz, eleştirmenlere fırsat tanımadan kendi anlatı anlayışını ve bu türdeki eserlerini “postmodern” olarak sunar ve postmodern anlatıda aranan biçimsel niteliklerin bu eserlerinde bulunduğunu kitapların tanıtımlarında, arka kapaklarında özellikle belirtir. Nitekim Saatine Bakan Adam’ın arka kapağında da şöyle bir cümle var; “Hilmi Yavuz anlatılarında, bir edebi kurmaca tipi olarak postmodern anlatının bütün imkânları, koşulları ve kriterlerini kullanıyor, sınıyor ve arka planda klasik ve modern romana dair tartışmalara kapı aralıyor.”

Üç Anlatı yayınlandıkları yıllar dikkate alındığında Türk edebiyatında postmodern anlayışın ilklerindendirler. Saatine Bakan Adam ise bir geç örnek olarak geldi. Günümüzde artık postmodern tanımlaması eskimiş ya da unutulmuş olarak görülüyor. Her şeyi olduğu gibi onu da hızla eskittik. Posttruth çağındayız artık.

Hilmi Yavuz’un biyografilerinde bir cümleye sığan ve “Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra bir süre gazetecilik yaptı” diye geçen yıllar ve edebiyata başlaması, öykü yazma çabaları ikili bir anlatımla konu ediliyor Saatine Bakan Adam’da. Edebiyatımızda Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakan şair ve yazarlar önemli bir olgu olarak incelenmeyi bekliyor. Hilmi Yavuz da liseden sonra Hukuk Fakültesi’ne kaydolan ama üniversite eğitimini orada sürdürmeyenlerden. Araya edebiyat tutkusu ve gazetecilik girmiş. Hilmi Yavuz hatıra kitaplarında bu döneme de değindiği için gazetecilik yıllarında neler yaşadığını kısmen de olsa biliyoruz. Yine okul çağlarında başlayan yazma tutkusunu, şiire başlayışını hatıralarında konu etmişti.

İlk anlatıda anlatıcı yetmiş yıl öncesini, 50’leri anımsıyor. Genç Adam olarak kendinden yaşça büyük entelektüel bir kadınla kurduğu ilişki, metinde net olarak belirtilmese de edebiyattan iyi anlayan bir akademisyen olan kadının genç yazar adayını yönlendirmeleri bu metnin bir boyutunu oluşturuyor. Diğer boyutta ise alttan akan ama güçlü olarak hissedilen bir aşk vardır.

Kadın şiir yazan genç adamı “Edebiyatın geleceği nesirdir. Bence nesir, hikâye yazmalısınız” diye öykü yazmaya yönlendiriyor. Genç adam da gönlü şiirden yana olsa da kadınla kurduğu bağı sürdürebilmek amacıyla öyküler kaleme alıyor. Fullbright bursuyla ABD’ye giden kadınla mektuplaşmalarının yani bağı sürdürmenin vesilesi olacaktır bu hikâye çalışmaları.

Anlatıcının yetmiş yıl sonra anımsamaya çalışması bellek, anımsama sorunlarını gündeme getiriyor ki bu sorunların bir ucu felsefi tartışmalara getirir bizi. Ama diğer yandan verilen ipuçları bize anlatıcı ile yazarın aynı kişi yani Hilmi Yavuz olduğunu düşündürecektir.

Paralel anlatıda ise anlatıcının adı bellidir; Ali Ziyaeddin Eşfak.  Ailesi ile yaşıyor ve bir gün evlerine elinde siyah deri bir valizle uzak bir akraba olduğunu düşündükleri aslında hiç tanımadıkları Leyla adlı bir genç kadın geliyor. Bu metinde Leyla’nın kim olduğu kadar bir türlü açılmayan valizin içinde neler olduğu da Gaston Leroux’un Sarı Odanın Esrarı romanıyla, Truman Capote’nin Para Dolu Damacana öyküsüyle bağ kurularak sorun edilir. Tabii Sartre’ın görüşleri ve varoluş sorunları da önemli bir metinlerarası bağ. Tasavvuftaki temaşa’ya nasıl bağlandığımızı ise metni okuyarak öğreneceksiniz. 



Hilmi Yavuz Saatine Bakan Adam’da kitabın tanıtımında da belirtildiği gibi “iki düzlemde ilerleyen otobiyografik” bir anlatı kurmuş. Yazar adayının ve genç gazetecinin yaşadıklarını birbirine paralel akan iki ayrı anlatı gibi okuyoruz. Anlatıyı bu nedenle olsa gerek “şizofrenik bir metin” olarak tanımlamış. Bu paralel akan anlatılar kendi içlerinde görünür, görünmez bağlar kurarak ilerlerken sonuç olarak aynı kahramanın aynı zaman dilimi içinde, farklı kişilerle yaşadığı olayların anlatımı olarak gelişip birleşip tekleşiyor.

Hilmi Yavuz’un Saatine Bakan Adam’ı Türkiye’nin yakın geçmişinden anılarla, oyunlarla, sorularla, edebi ve felsefi göndermelerle dolu, yoğun bir eser. Yarattığı gizemli, kuşkulu hava ile polisiye unsurlar da içeren akıcı anlatımıyla merakla okunan, bolca düşündüren bir anlatı. (30.12.2022, Hürriyet Kitap Sanat.)

Yorumlar