Gülten Akın “Kadın Şair” değil miydi?


“Şair, aydın, aktivist, dilci, avukat, sevgili ve anne” diye tanımlanmış Gülten Akın, “Gülten Belgeseli’nin basın bülteninde. Biyografiyi okurken de, belgeseli izlerken de aynı şeyi düşündüm. Gülten Akın’ı tek bir sıfatla tanımlamamız gerekseydi, ne derdik? Benim cevabım “şair”dir. Tüm diğer nitelikleri sonra gelir.

Sıfatlandırmalar konusunda günümüzde farklı eğilimler var. Bazıları soyadlarına kadar her şeylerini terk etmek istiyor. Doğum tarihlerini biyografilerden siliyorlar, imkan olsa adlarını da kullanmayacaklar. Zaten devlet de bizi bir dizi numaraya indirgedi. Adınızı soyadınız söyleyerek bir işlem yapmanız mümkün değil.

Bazıları ise en ince ayrıntıya kadar bol bol sıfatlanmak istiyor. Gülten Akın’a her iki yönden de yaklaşabiliriz. Ama ona soyadı öylesine yakışmıştır ki tek başına “Gülten” demek yetmez. Gerçi biyografisine de belgesele de “Gülten” adı yakışmış ama biz onu “Gülten Akın” olarak biliyor ve anıyoruz. Öyle de sürecek.

Livera Yayınevi iyi işler yapıyor. “Gülten” biyografisi ve belgeseli bunların en önemlilerinden. Aynı zamanda iyi bir eleştirmen de olan Şair Asuman Susam’ın Gülten Akın çalışmalarını biliyorduk. Sempozyumlar yönetti, derleme kitaplar hazırladı ve nihayet biyografi ve belgesel ile çalışmalarını taçlandırdı. Ortaya 452 sayfalık bir kitap ve 60 dakikalık bir belgesel çıktı. Önce kitabı okudum, sonra belgeseli izledim. Baştan söyleyeyim ikisini de çok beğendim, okurken de, izlerken de Gülten akın hakkında çok şey öğrendim ve çok duygulandım. İyi eserler çıkmış ortaya.

Sinemacılar itiraz edecektir ama görüntünün yetmediği, anlatamadığı, sınırlı kaldığı, mutlaka yazıya dökülmesi gereken konular, yerler var. Bir belgesel süresince anlatılamayacak yaşamlar var. Gülten Akın’ınki de öyle. Uzun ve verimli bir yaşamı olmuş. 23 Ocak 1933’de Yozgat’ta doğmuş. 4 Kasım 2015’de de Ankara’da kaybettik. 82 yıllık bir yaşam. İlk şiiri “Çin Masalı” 1951’de Son Haber  gazetesinde yayınlanmış. 64 yıllık bir şiir emeği. Yönetmenliğini Sefa Sarı’nın yaptığı belgesel mutlaka izlenmeli ama Gülten Akın derinlemesine tanımak isteniyorsa biyografisi kesinlikle okunmalı. Belgesel zaten güzelliğiyle izleyiciyi biyografiye çağırıyor.

Gülten Akın ketum bir şairdir. Yaşam öyküsünü, özelini anlatmak istemez. Has şair olarak eseriyle bilinmek ister. Kendi ağzından yaşam öyküsünü ancak ana hatlarıyla duyduk. O nedenle onun yaşamının ayrıntılarına girmek kolay değildir. Asuman Susam’ın şansı Gülten Akın’ın ailesinin, çocuklarının ona güvenmesi ve Gülten Akın’ın arşivini açması olmuş. Arşivle yetinmemiş başta aile fertleri olmak üzere Gülten Akın’ı hem şahsen tanıyan hem de şiiri üzerine çalışanlarla yani tanıklarla uzun görüşmeler yapmış. 

Asuman Susam haklı, Gülten Akın’ın yaşam öyküsü demek aynı zamanda Cumhuriyet’in tarihi de demek. Dğnyanını geçirdiği değişimden, örneğin II. Dünya Savaşı’ndan ve Cumhuriyetin yaşadığı gelişmelerden, örneğin ard arda gelen askeri darbelerden şair de etkileniyor. Yozgat’ta doğmuş, Ankara’da büyümüş ama Anadolu’nun ayak basmadığı yeri kalmamış. Yaşadığı her yerde de avukat ya da öğretmen olarak yaşamın içinde olmuş, hayatı yakından gözlemlemiş ve gerektiğinde de çekinmeden müdahale etmiş, tavır almış. Günümüzün deyimi ile “aktivist”tir. Esas olarak bilinçli ve eylemli bir sosyalist. Asuman Susam da biyografiye bu izleri sürerek başlamış. Biyografi yazımına kronoloji ile başlayınca da “aydın, aktivist, dilci, avukat, sevgili ve anne” Gülten Akın ağır basmış. İlk bölümlerde “şair” Gülten Akın’ı ön sırada göremiyoruz ama “kadın” Gülten Akın’ı yakından tanıyoruz. Ağır basan ise “anne” Gülten Akın. Bir kadının hele anne ise, hele Gülten Akın gibi hem anne, hem çalışan biri, hem de aktivistse “kendine ait bir oda” bir yana kendine ait bir zaman bulması bile mümkün değil. Ama o kendine ait odası olmasa bile kendine ait zaman yaratmış ve şiirlerini yazmış. İlk şiir kitabı Rüzgâr Saati’nin yayın tarihi 1956’dır. 

“Gülten” biyografisinde şairlik, şiir veriminin değerlendirilmesi daha sonra geliyor. Bu bölümde de kronolojik bir akış beklerdim. Gülten Akın’ın şiirini nasıl kurduğu, nasıl geliştirdiği daha somut anlaşılsın isterdim. Gülten Akın’ın şair olarak edebiyat dünyası ile kurduğu ilişkileri daha çok örnekle görmek isterdim. Örneğin ilk şiirinin, ilk kitabının yayınlanış öykülerini, aldığı tepkileri daha net okumak isterdim. Tabii o zaman işin içine edebiyat tarihimiz de girerdi ve hacim büyümekle kalmaz Asuman Susam’ın tasarladığı yapı bozulurdu. O nedene söylediklerim eleştiri değil, arzu.  



O zaman yazının başlığında sorduğum soru da Gülten Akın’ın cevabı da daha somutlaşırdı. Gülten Akın’ın “kadın şair” olarak anılmak istemediğini biliyoruz. Net bir şekilde yazmış, söylemiş. “Onun bakış açısına göre, bir şairin cinsiyeti, eserlerinin içeriğini ve kalitesini belirlemez. Şiir, insanın iç dünyasının ifadesidir ve bu ifade cinsiyetle sınırlanmamalıdır.”

Bu belki de başka bir çalışmanın konusu ama edebiyat dünyasının “erkek egemen” bir dünya olduğunu biliyoruz. Zaten biyografide de Asuman Susam bu “erillik”e sık sık vurgu yapıyor. Bu erkek egemen dünyada Gülten Akın ilk’lerdendir. Bir kadın olarak o erkek dünyasına girmiş, şair olarak tartışılmaz bir yer edinmiştir. Gülten Akın’dan önce edebiyatta da, şiirde de “Kadının adı yok”tur. Suat Derviş’lerin, Cahit Uçuk’ların mücadeleleri bile bunu anlamaya yeter. Erkek egemen edebiyat dünyası kadını kadın olarak görmek istemez. Onlardan da erkek sesi ile erkeksi konuları yazmalarını bekler. Kadının Türk edebiyatında güçlü bir şekilde görünür olması 50’li yıllara, gülten Akın’la birlikte Nezihe meriç, Leyla Erbil, Tezer Özlü gibi yazarların çıkmasıyla mümkün olur. Biyografi ile ilgili olarak görüştüğümüzde Asuman Susam’a bunu söylemeye çalışmıştım. İyi ifade edememişim.

Gülten Akın “Kestim Kara Saçlarımı” der ve bu zorlamaya kararlılıkla karşı durur. “Kadın şair” denilmemesini istemesini de anlamak gerek. Çünkü bu kategorize etme de bir şekilde şairi dışlama amacı taşır. Şairlerden bir şair değil de bir “kadın şair” olarak konumlandırılır. Erkekelrin saihplendiği şiirin dışına itilmeye çalışılur.

Gülten Akın’ınki büyük bir mücadele. Hem şair olmak için mücadele ediyor hem de bu kategorize etmeleri, dışlamaları aşmak için mücadele ediyor. Asuman Susam’ın da belirttiği gibi “Akın kadın yazınında modern şiirin kurucu öznesidir.” Şiirde bir milattır.

Asuman Susam, özellikle ikinci bölümden başlayarak, yani “şair” Gülten Akın’ı ve şiirini değerlendirirken biyografiyi “eleştirel” hale dönüştürüyor. Biyografi yazarı olarak kendini geriye çekip görünmez kılmak yerine şair ve eleştirmen olarak çeşitli konularda şahsi görüşünü de belirtmeyi ihmal etmiyor. Gülten Akın’la konuşuyor, dertleşiyor ve bir çok konuda kendi görüşünü belirtiyor. Onunla ilgili görüşleri, değerlendirmeleri eleştirip fikrini söylüyor. O nedenle dipnotları da dikkatli okumakta fayda var.  

Kitabın tanıtımında “Bu kitap, yaşanılan bir hayattan anlatılan bir hayata ağlar örerek, yaşamı ve şiir yolculuğu iç içe olan Gülten Akın’a yaklaşma, onunla yakınlaşma çabasıdır” denmiş. Katılıyorum. Asuman Susam'ın belirttiği gibi “Gülten” belgeseli ve biyografisi bir başlangıç. Ama değerli ve önemli bir başlangıç. Çağdaş Türk şiirinin bu büyük ustasının hakkında daha çok çalışmalar yapılacak, yaşam öyküsüne, eserlerine çok farklı açılardan yaklaşılıp değerlendirilecek. En önemlisi Gülten Akın şiirleriyle yaşamaya devam edecek.

08.03.2024

 

Yorumlar