Olga Tokarczuk, Polonyalı bir yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi. Türkçede birçok eserini okuduk. Eleştirmenlere göre eserleri genellikle derinlikli karakter analizleri, toplumsal ve tarihsel sorunları ele almasıyla tanınıyor. "Empusyon - Görbersdorf Tedavisine İlişkin Bir Gerilim Romanı," (Timaş yay.) Tokarczuk'un 2018’de aldığı Nobel Ödülü sonrası yazdığı ilk romanı. Roman 1913 yılında geçiyor. Olaylar tüberküloz hastası Mieczysław Wojnicz’in Avrupa'nın dört bir yanından gelen hastaların tedavi edildiği Görbersdorf kasabasındaki “Beyler İçin Konukevi”ne gelmesiyle başlıyor. Wojnicz hastalığı ile mücadele ederken çevresindeki gizemli olayları da anlamaya çalışıyor. Olga Tokarczuk romanda savaş öncesi dönemin siyasal ve toplumsal sorunlarını, cinsiyet rollerini ve insan varoluşunun temel sorunlarını da tartışmaya açıyor. Diğer yandan da Wojnicz'in duygusal ve zihinsel gelişimi ya da değişimini mercek altına alıp onun kendi gerçeklikleriyle yüzleşme sürecini ve çevresindeki gizemli güçlerle olan mücadelesini anlatıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemin atmosferi ve çalkantılı toplumsal ortamı da detaylı bir şekilde işleniyor.
Kitabın arka
kapağında da belirtildiği gibi “Bir yandan
(Mieczysław Wojnicz’in) tedavisi sürerken, her gün hastalarla yemek salonunda
toplanıp yerel likörden içerek dönemin büyük meselelerini tartışırlar: Savaş
çıkacak mıdır? Monarşi mi yoksa demokrasi mi daha iyidir? Şeytanlar var mıdır?
Kadınlar doğuştan aşağı varlıklar mıdır?”
Romanın ilerleyen
bölümlerinde, karakterler daha da açığa çıkarken kitabın ana temaları da giderek
derinleşiyor. Wojnicz'in çevresindeki diğer karakterlerle olan etkileşimleri,
onun içsel çatışmalarını ve dönemin toplumsal dinamiklerini daha iyi anlamamızı
sağlıyor. Bir yanda da gizemli öyküler, garip cinayetler var. Romanın başında
konukevi sahibinin karısı intihar ediyor. Wojnicz bu ölümün nedenini merak eder
sorgularken her yıl kasım ayında erkek hastaların gizemli bir şekilde
öldürüldüğünü öğreniyor.
Romanı Türkçeye
Lehçe’den Neşe Taluy Yüce çevirmiş. Kitabın başına da beş sayfalık bir yazı
yazmış. Önsözler genellikle okunmaz ama okunursa da eseri anlayıp yorumlamaya
faydalı olur. Ama ben sonsözleri tercih ederim ya da önsözü kitabı bitirince
okurum. Çünkü romanı öncelikle kendi bakış açımla okuyup yorumlamak isterim.
Lehçeden yaptığı
başarılı çevirilerle tanıdığımız Neşe Taluy Yüce aynı zamanda Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Leh Dili ve Edebiyatı
bölümü profesörlerinden. "Empusyon”un önsözünde romanın Thomas
Mann’ın “Büyülü Dağ”ına “edebî bir selam” yolladığını belirterek söze giriyor.
“Büyülü Dağ"da Thomas Mann, kahramanı Hamburglu
genç gemi mühendisi Hans Castorp’u, tam Birinci Dünya Savaşı öncesi
İsviçre’de Davos yakınlarındaki bir sanatoryuma gönderir. Castrop burada yedi
yıl boyunca diğer hastalarla dünya meseleleri ve felsefe üzerine tartışır.
Bildungsroman türünün bu önemli örneği I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla sona
erer. Tokarczuk da 1913’te kanalizasyonlar üzerine eğitim almış mühendis adayı
Mieczyslaw Wojnicz'i Aşağı Silezya'ya Görbersdorf’a yollar. Daha önce
belirttiğimiz gibi, Wojnicz de burada Büyülü Dağ’dakine benzer şekilde diğer
hastalarla dünyanın durumu hakkında uzun uzun konuşur.
Neşe Taluy Yüce’nin
belirttiği gibi Tokarczuk birçok söyleşisinde “Büyülü Dağ"ı ne kadar
beğendiğini, dönüp dönüp okuduğunu söylemiş. Yani “Büyülü Dağ"dan yola
çıkarak bir eser yazması şaşırtıcı değil. Nobel ödüllü bir yazar olan Olga
Tokarczuk’un böyle bir şey yapmış olması takdirle karşılanıyor. İki roman
arasındaki benzerlikler araştırılıp örnekleniyor. Bir Türk yazar bunu yapsaydı
dava edilir, bilirkişi de cezalandırılmasını talep ederdi. Tabii okurlar da onu
sosyal medyada linç ederdi.
Beni düşündürense
"Empusyon”un “Büyülü Dağ"dan yola çıkarak yazılmış bir eser olduğunu
bilmesem ne fark ederdi sorusu oldu. Çünkü Tokarczuk “Büyülü Dağ”ı yeniden
yazmıyor ondan yola çıkarak kendine has bir eser meydana getiriyor.
Tokarczuk
"Empusyon”a mekân olarak Mann'ın “Büyülü Dağ"ına esin kaynağı olan
Görbersdorf'taki gerçek sanatoryumu seçmiş, aynı şekilde kahramanlarını dünya
meseleleri hakkında tartıştırmış ama onları kadınlar hakkında da bol bol
konuştıurmuş. Kahramanlarının kadın düşmanı ifadelerini de Charles Darwin,
William S. Burroughs, Jack Kerouac, Jean-Paul Sartre, Arthur Schopenhauer,
Friedrich Nietzsche, hatta Shakespeare gibi yazar ve düşünürlerden alıntılamış
ya da uyarlamış. İntihal davası açmak ve sosyal medyada linç etmek için bir
vesile daha(!).
Neşe Taluy Yüce,
önsözünde bu konuyu anlatmakla kalmıyor romanı konu ve anlatım açısından da
yorumluyor, anlatıcıların kimliğini de açıklıyor. Bir anlamda okurun eseri
nasıl okuması, anlaması gerektiğini belirliyor. O nedenle bu değerli yazısının
önsöz değil sonsöz olması daha iyi olurdu. Günümüz okurunun en çok kızdığı
şeyin “spolier vermek” olduğu düşünülürse bu düşüncem daha da temel kazanıyor.
Tokarczuk Mann'ın
“Büyülü Dağ"ını almış ve kendince dönüştürmüş, kadın düşmanı erkeklerle
ilgili anlatı haline getirmiş. Roman boyunca hep erkekler kendi aralarında ve
sürekli konuşurken onların konuşmalarını yakınlardaki ormanlara musallat olan
öldürülmüş kadınların hayaletlerine anlattırmış. Kitaba adını veren Empusa,
Yunan mitolojisinde şekil değiştiren bir kadın hayalettir.
Olga Tokarczuk,
klasikleşmiş büyük bir eserden yola çıkarak kendine has bir eser yazmış, başta
erkeklerin kadınlara bakışı olmak üzere üzerinde düşünülmesi gereken konuları
gündeme getirirken anlatıyı gizem ve gerilimle geliştirerek usta işi bir eser
ortaya koymuş. Zevkle ve merakla okudum. (28.04.2024) .
Yorumlar