Okuru kitaba çağıran kuşkusuz adı ve yazarıdır. Sonra arka kapak yazısına bakarım. Kapakta “Edebiyat Devrimi” adını görünce hemen dikkatimi çekti. Ardından da alt başlığı gördüm; “Cumhuriyet Aydınının Yeni Bir Dil ve Edebiyat Kurma Telaşı (1930-1950)” (İletişim yay. Mayıs 2024).
Cumhuriyetle birlikte yapılan devrimlerle yeni bir dil
kurulmaya çalışıldığını biliyoruz. Onun edebiyata yansımaları olması da
kaçınılmaz. Zira edebiyatın, şiirin esas malzemesi sözcüklerdir, dildir. Dil de edebiyat olmadan gelişip değişemez. Peki
kitabın alt başlığına yansıyan “telaş”ın nedeni neydi? Onu da kitabı okuyunca
anlayacağız.
Doktora çalışmalarının kitaplaşmasını önemsiyorum.
“Edebiyat Devrimi” de bir doktora çalışmasının kitaplaşmış hali. Hale Sert’in 2016’da
kabul edilen doktora tezinin adı “Dil Devrimi'nin Erken Cumhuriyet Dönemi'nde
şiir ve çeviri bağlamında Türk edebiyatına etkisi (1932-1950)”. Dil devriminin
yerini Edebiyat Devrimi almış, alt başlığa cumhuriyet aydının “telaşı”
eklenmiş. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi “Hâle Sert, 1932 yılında
gerçekleşen Dil Devrimi’nin aynı zamanda bir “edebiyat devrimi” olarak okunup
okunamayacağı sorusunun peşine düşüyor.” Tabii Dil Devrimi öncesinde 1928
yılındaki Alfabe Devrimi var. Arap alfabesinin yerini Latin alfabesi alıyor. Alfabe değişikliğinin bir gösterge değişikliği
olduğunu vurgulayan Hâle Sert, Dil Devrimi ile Arapça-Farsça kelimelerin
tasfiyesine gidildiğini onların yerine de Öztürkçe kelimeler türetildiğini anımsatıyor.
Hem alfabedeki hem de sözcüklerdeki değişimin yansımasını edebiyatta görmemiz
ise kaçınılmazdır. Ama dildeki ve
edebiyattaki değişimin bizzat devletin politikası olması ilginç. Devlet dil
üzerinden edebiyata müdahale ediyor. Şimdilerde bazı hükümet yanlısı şair ve
yazarların “devletin iktidarını ele geçirdik ama kültürün iktidarını ele
geçiremedik” diye yakınmalarını anımsamamak mümkün değil.
Hale Sert hem gazete ve dergileri hem de edebi eserleri
inceleyerek Alfabe ve Dil Devrimlerinin, sözcük türetme politikalarının edebiyata
nasıl bir etkide bulunduğunu, edebi metinler üzerindeki yansımalarını Cumhuriyet,
Ulus ve Akşam ile Servetifünun, Ülkü ve Varlık dergilerinden örneklerle
incelemiş. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Muhip Dıranas ve Oktay Rifat’in
şiirlerinde eski kelimeler yerine yeni sözcükleri nasıl koyduklarının izini
sürmüş.
Hâle Sert’in bu değerli ve öğretici araştırmasını okurken
tabii ben başlığa takılı kaldım. “Yeni Bir Dil ve Edebiyat Kurma Telaşı” var
mıydı? Dil Devrimine karşı çıkanların
“Alfabe Devrimi ile bir gecede dilimizden, tarihimizden koptuk, cahil
kaldık” söylemi vardır. Bir akşam Arapça alfabe ile yazılan kitaplarını
okuyarak yatmışlar, sabah kalktıklarında ne Arapça alfabe kalmış ne de o alfabe
ile yazılan kitaplar, dergiler, gazeteler. Öyle ki, bir gecede insanların
belleklerinden bile silinivermiş (!) Arapça alfabe ve atalarının mezar
taşlarını bile okuyamaz hale gelmişler.
Osmanlı’da okuma yazma oranlarının azlığına, basılan
kitap adetlerine bakarsanız bu tez oldukça tartışmalı görünür. Mezar taşlarını
okuyabilenlerin sayısının da çok az olduğunu anlarsınız. Belki de o mezar taşlarını
okuyamadıklarından hepsini yok etmeyi tercih etmişlerdir. Günümüzde Arap
alfabesi okuyabilen bir kişinin okuyacak pek mezar taşı bulabileceğini
sanmıyorum. Tabii bu ayrı bir tartışma konusu.
Dil Devrimi bir gecede olmamış. Alfabe değişikliği teşebbüslerinin Cumhuriyet öncesine dayandığını, yine devlet eliyle birtakım denemeler yapıldığını biliyoruz. Dilde sadeleşme, özleşme girişimlerinin de geçmişi Cumhuriyet öncesine gidiyor. Bir gecede yapılan bir değişiklik değil. Tüm devrimler gibi sebepleri var ve ancak olgunlaştığında “devrim” yapılması gerekiyor ve devrimler de bir hamlede, bir gecede gerçekleşiyor, yoksa devrim değil, evrim olur. Alfabe değişikliği, dil devrimi radikal kararlarla devrim şeklide değil de daha geniş zamana yayılarak yapılsaydı başarılı olur muydu, tartışılır.
Hâle Sert, Alfabe değişikliği ve Dil Devrimi sırasında ve
sonrasında yapılan tartışmaları da incelemiş. Aydınlar içinde genel bir kabul
olmadığı anlaşılıyor. İtirazlar, eleştiriler var. Bunlar çok güçlü olamamış
çünkü dönemin “aydın”larının neredeyse hepsinin devletle “organik” bir bağı
var. Millî mücadelede ya da cumhuriyetin kuruluşunda yer almışlar ve ardından
devlette çeşitli görevleri olmuş. Destekledikleri, içinde yer aldıkları,
desteğini gördükleri bir yönetimin tasarrufuna doğrudan karşı çıkmaya, eleştirmeye
gönüllü değiller ama düşüncelerini ifade etmekten de geri durmuyorlar.
Tanpınar’ın ifade ettiği gibi yaşanan bir medeniyet
değişimidir. Ulus devlet kuruluyor ve bunun gereği olarak tek/ortak bir dil
olması öngörülüyor. Devletin dili ile halkın dili ayrışmayacak, birbirlerini
anlayacaklar. Burada da tercih halkın dilinden, Türkçeden yana olacak.
Doğululuğun, İslam Medeniyetinin, Osmanlı kültürünün yerini Batılılık, seküler Cumhuriyet
kültürü alacak. Bunun yolunun dilde değişimle olacağı, dil devrimi yapılmazsa
gerçekleşemeyeceği düşünülüyor. Çok anlamlı sözcükler ve cümlelerin yerini tek
anlamlı, ilk okunuşta anlaşılanlar, yoruma açık olmayanlar alacak. Bu bir
devlet politikasıdır, siyasi bir karardır. Aydınların, hele Cumhuriyetin
organik aydınlarının böyle bir devrimi kendi başlarına gerçekleştirebilecekleri
düşünülemez. Onlar ancak bu devrimin uygulayıcısı, yürütücüsü olabilirler.
Peki kitabın alt başlığını oluşturan “Cumhuriyet
Aydınının Yeni Bir Dil ve Edebiyat Kurma Telaşı” var mıydı? Hale Sert’in
ayrıntılı bir şekilde anlattığı tarihsel gelişmelere bakınca ben bir telaş
görmüyorum. Aksine oldukça planlı ve bilinçli bir şekilde hareket edilmiş. Türk
Dil Kurumu’nun kurulması, Türk Dili Kurultayları telaş edilmediğini, planlı
şekilde hareket edildiğini gösteriyor. Konuşulmuş, tartışılmış, araştırılmış,
ardından kararlar verilmiş. Yeni alfabeyi, yeni sözcükleri benimsetmenin
yolunun edebiyattan geçtiğini tespit etmiş devlet. Çok anlamlılık, müphemlik
yerine dili, sözcükleri dünyevileştirmek amacı doğrultusunda önce gazete ve
dergilerin diline müdahale edilmiş, bizzat Cumhurbaşkanı Atatürk “Öztürkçe
yazılar yayınlayın” diyen tamimler yayınlamış. Ardından organik aydınlar bunu
görev olarak kabul edip harekete geçmiş. Bir yandan da edebiyata müdahale
edilmiş ve Divan Edebiyatı’nın yerine Halk Edebiyatı, aruzun yerine hece,
bireysellik yerine toplumsallık getirilmeye çalışılmış. Arapça ve Farsça
kökenli kelimelerin yerine halk edebiyatından alınan kelimelerle, halkın
konuştuğu dili kullanan, kolay anlaşılır bir edebiyat kurulması gerek diye
düşünülmüş. Ama bunu pek de kolay gerçekleşmediği anlaşılıyor. Bir kere şair ve
yazarlarda “telaşla” dil devrimini gerçekleştirmek bir yana ağırdan alma
var. Devletle somut ilişkileri de
bulunsa yazar ve şairler de dayatılan bu değişimleri pek de kolay benimseyip
eserlerinde uygulayamamışlar. Dilden
Arapça ve Farsça kelimeleri çıkarmanın bir yoksulluk getirdiğini düşünmüşler.
Öztürkçeciliği destekleseler bile yeni önerilen sözcükleri yetersiz bulmuşlar, azalan
sözcük sayısına, incelen sözlüklere, anlam daralmasına ve yiten çağrışımlara
dikkati çekmişler.
Mevcut şair ve yazarlarla hızlı yol alınamayacağı
anlaşıldığından olsa gerek devlet kendi şairini, yazarını yaratmaya karar
vermiş. Öztürkçe kelimelerle yazma seferberliği başlatılmış. Milletvekilleri,
bürokratlar, gazeteciler ve bazı edebiyatçıların yazdığı Öztürkçe şiir, öykü ve
denemeler dönemin önemli gazete ve dergilerinde yayınlatılmış. Devrimin
edebiyatı oluşturulmaya çalışılmış. Tabii ki bu seferberlikten kalıcı bir
edebiyat çıkmamış.
İnönü dönemindeki dil politikaları, Tercüme Bürosu’nun
kurulması, batı klasiklerini çevrilmesi hem Batı medeniyetine yönelmede ivmeyi
artırmış hem de dil devriminin kökleşip benimsenmesini getirmiş. Hale Sert’in
örneklediği gibi yeni ve eski kelimeler çevirilerde birlikte kullanılmış ve
Batı dillerindeki cümle yapıları bu dile uydurulmaya çalışılmış. Geç bile olsa Dil
Devrimi'nin etkileri, şairlerin ve yazarların eserlerinde yeni sözcükler
kullanmaya başlamaları, hatta eski eserlerindeki sözcükleri değiştirmeleri
böylece gerçekleşmiş. Yani edebiyatta arzulana devrim ancak 1950'lerde gerçekleşmiş.
Tabii sonrası ayrıca araştırılmaya değer. Bu kadar etkinin tepkisi ne olmuş?
Şairler ve yazarlar 1950 sonrasında nasıl davranmış? Hale Sert, sonuç bölümünde
bu soruların cevaplarının ipuçlarını veriyor. (18,05,2024)
Yorumlar