“’68 kuşağı dünyada iz bırakmış bir gençlik hareketi iken, Türkiye dışında kendini ’78 kuşağı olarak tanımlayan bir kuşak kimliğine rastlanmaz” diyor Ahmet İnsel. Gerçekten de 78 Kuşağı dünyada eşi benzeri olmayan bir kuşak. Tamamen bize özgü, ülke şartlarının neden olduğu bir kuşak. Bu kuşağı var eden, aynı yaş kuşağında olmaktan çok yaşadıkları olaylar kuşkusuz. “Aynı şeyleri farklı biçimler altında da olsa paylaşmış kişiler”den oluşuyor. Aktif siyasal-toplumsal eylemlilikten türeyen bir kuşak kimliği ile de diğer kuşaklardan ayrılıyor. Klasik kuşak tanımlamalarına uymuyor.
Türkiye’de
gençlik hareketinin başlangıcı olarak herhalde 50’li yılların sonunu almak
gerekiyor. Gençlik örgütlü olarak o yıllarda sokaklarda görülüyor, siyasi
gelişmelere tavır koyuyor. Nihayetinde de 27 Mayıs 1960 askeri darbesi
gerçekleştiriliyor. Ama “58 Kuşağı” diye bir tanımlama yok. 27 Mayıs’ın
anıları, romanları, şiirleri yazılmış ama o dönemin gençleri bir kuşak tanımı
içinde anılmamış ya da kendilerini anmamışlar.
Sosyolojide
kuşak çalışmalarının kurucusu Karl Mannheim’a göre “aynı yaş grubuna ait
olmaktan ötede, belli bir tarihsel olayın öncelemesi ve bu olayın toplu bir
bilinç oluşturacak bir biçimde algılanarak zihinlerde benzer şekillerde
işlenmesiyle oluşur. Bilinç geliştirebilmiş kuşaktan söz edebilmek için,
tarihsel bir olay ya da olaylar dizisinin etkisi, bu olaylara dair geliştirilen
bir farkındalık, ortak bir tarihsel duyarlık, diğer kuşaklardan farklı oluşa
dair bir iddia ve kuşağı temsil edecek kolektif bir varlık gerekmektedir.“ 68
Kuşağı’nda bunu dünya çapında görüyoruz. 78 Kuşağı ise söylediğim gibi
Türkiye’ye mahsus bir olgu.
70’li
yıllarda gençliklerini yaşayan ve ülkede meydana gelen siyasi olaylara duyarsız
kalamayan sol eğilimli gençlerin oluşturduğu bir kuşak bu. Aslına bakarsanız
çok kısa dönemde yaşanmış her şey. Yetmişlerin ikinci yarısında 4-5 yıllık bir
zaman diliminde yoğunlaşmış ve 50’li yıllar gençliğinin 27 Mayıs’ı, 68
gençliğinin 12 Mart’ı gibi sonunda bir askeri darbeyle 12 Eylül 1980’de
noktalanmış. Üstelik bu kez gençler devrime çok yaklaştıklarını düşünürken
gelmiş darbe ve etkisi çok ağır olmuş. Büyük bedeller ödenmiş, hâlâ kapanmayan
derin yaralar açılmış.
Aradan
geçen 45–50 yıllık zamana rağmen o kısa zaman diliminde yaşananlar unutulmamış.
Belki de 78 Kuşağı’nı var eden en önemli unsur bu toplu olarak unutmamak,
sürekli anmak, yüzleşmek ve adalet istemek, hesap sormak tavrı. “1970’lerde
devrimci olarak kendini tanımlayanlar, 1980’ler’de direnişçi olarak tanımlamaya
başlamış”, 2000’lerde adalet ve geçmişle hesaplaşma talepleriyle sürmüş.
70’li
yıllarda gençler devrim beklentisi ile sokaklara çıkıp mücadele etse, kavgalar,
ölümler, yaşansa da 12 Eylül darbesi yaşananlara tam bir nokta koymuş. Darbe
bir milat gibi görünse de sonrasında işkenceler, hapisler, sürgünler, kayıplar,
idamlarla günümüze kadar uzanan bir tarihi var bu kuşağın. Ayrı siyasi gruplar
içinde yer alsalar da birçok ortak yanları var ve araya zaman girince ayrılıklar
gayrılıklar unutulup “bizim” diyebilecekleri ortak noktalarda birleşilmiş. Böylece
78 Kuşağı kendini var etmiş.
78
Kuşağı hem kendisinden önce gelen kuşağın değerlerini ve tarihini devir almış,
hem de kendi tarihini yazmış. 16-17 Haziran 1970 işçi direnişi de Deniz Gezmiş,
Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi 68 devrimci kahramanları da bu tarihe
dahil. Ama 1 Mayıs 1977 gibi, Kahramanmaraş, Çorum katliamları gibi 78
Kuşağı’nın yaşadığı birçok olay, Erdal Eren gibi kahramanlar da var ortak
belleklerinde.
Melike
Işık Durmaz, ’78 Kuşağı - Bir Hafıza Topluluğu’nda (İletişim yay. Mayıs 2024)
’78 kuşağını, bu kuşağın nasıl kendisini bir hafıza topluluğu olarak kurduğunu araştırıyor.
78’lilerin bir kuşak bilinci ve kimliğini
nasıl edindiklerini sorguluyor. Melike Işık Durmaz, 78 Kuşağı’nın temsilcileriyle
yaptığı görüşmelerin yanı sıra biyografi, otobiyografi ve nehir söyleşilere de
dayanarak oluşturmuş çalışmasını. Liderlerle değil kendini bu kuşağın mensubu
olarak görenlerle konuşmuş ki böylece daha içten ve gerçekçi tanıklıklara
ulaşması mümkün olmuş. Ahmet İnsel’in sunuş yazısında belirttiği gibi
“Görüşülen eski militanların, meslek örgütleri üyelerinin hatırladıklarının
ışığında, bu hatırlanan geçmişin süzgecinden geçerek bir hafıza topluluğunun
nasıl biçimlendiğine ışık tutuyor.”
Bence
tek eksik dönemi anlatan romanları da ele almaması. O dönemi anlatan romanlar çoğunlukla
78 Kuşağı’ndan yazarlar tarafından kaleme alındıkları ve içeriklerinin
yaşanmışlıklara, anılara dayanması nedeniyle iyi birer kaynak olabilirdi. Tabii
tek bir çalışmadan her şeyi beklememek gerek. 78 Kuşağı hakkındaki romanları
araştıran başka çalışmalar var.
Melike
Işık Durmaz, 78 kuşağının kendisini nasıl bir hafıza topluluğu olarak kurduğunu
araştırdığından ve beyana itibar ettiğinden kuşağı oluşturanların kendi
aralarında yaşanan ve cinayetlere varan anlaşmazlıkları, 80 darbesi sonrasında
yaşanan genel yenilgi duygusunu, çözülme, dağılma havasını pek araştırmıyor. Belki
de bunlar başka bir araştırma konusu.
Ama 78 Kuşağı kendisiyle hesaplaşabilse, özeleştiri yapsa, “Nerede
yanlış yaptık?” sorusuna somut cevaplar bulsa belki de solun, devrimci siyasetin
geleceği yer başka olurdu. Bunlar tabii benim kitaptaki tanıklıkları okurken
aklıma gelen düşünceler, sorular. ’78
Kuşağı - Bir Hafıza Topluluğu’ bunları düşündürdüğü için de kıymetli bir
çalışma. Melike Işık Durmaz çalışmasında toplumsal hafızanın nasıl oluştuğunu,
bir kuşağın kendini nasıl var ettiğini somut bir örnekten, 78 Kuşağı’nı ele
alarak araştırıyor. Merak ve ilgiyle okudum, üzerinde çokça düşündüm. (26.05.2024)
Yorumlar