Sınırlar içinde sıkışmış bir edebiyat


Cumhuriyet’in 100. Yılı vesilesi ile geçen yüz yılı değerlendiren birçok çalışma yayınlandı. Sanıyorum arkası da gelecek. Ama ellinci ya da yetmiş beşinci yıl dönümlerinde olduğu gibi edebiyat üzerine çalışmalara, antolojilere pek rastlamadık. Şimdiye kadar gördüğüm en kapsamlı çalışma Ahmet Bozkurt’un yayına hazırladığı “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı” (İBB Kültür A.Ş, Mart 2024) oldu.

Edebiyat tarihi denilince hemen akla gelen, belirleyici iki ad var; Fuat Köprülü ve Ahmet Hamdi Tanpınar. Edebiyat tarihi yazımı tek tek adlarla gelişiyor. Nihad Sami Banarlı, Vasfi Mahir Kocatürk, Ahmet Kabaklı, Kenan Akyüz, Seyit Kemal Karaalioğlu, Rauf Mutluay, Cevdet Kudret, Şükran Kurdakul, Mahir Ünlü, Ömer Özcan, İnci Enginün, Ahmet Oktay, Atilla Özkırımlı aklıma gelen adlar. Büyük emek gerektirdiği için pek fazla çalışma yapılmayan bir alan.

Eserler ve yazarlar üzerinden gelişen, örnek metinlerle tamamlanan bir tarih yazımı var. Özellikle Köprülü’nün eserleri, kişileri değil de türleri öne alan anlayışı edebiyat tarihi yazım biçimlerini etkilemiş, belirlemiş, değiştirmiş. Bu değişimin genel tarihçilik anlayışındaki değişimle de koşut olduğunu düşünebiliriz. “Tarih yazımında büyük olayların ön planda tutulduğu ve tarihçinin mutlak hakikati yansıtan bir bilim adamı olarak görüldüğü” klasik tarih anlayışı terk edilmiş “Yeni Tarihselcilik” tercih edilmiş.

Eserler ve yazarlarından önce edebî türler dikkate alınmış, tarihsel, sosyolojik ve kültürel zemin içinde edebiyata bakılmış, meseleleri ve kırılmaları tespit etmeye çalışılmış, esere, metne eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşan edebiyat tarihçiliği ağırlık kazanmış.

Edebiyat tarihlerinin tek tek kişilerin yazamayacağı boyut ve zenginlikte olduğu gerçeğini göz önüne alarak her türde, alanda uzmanlaşmış yazar kadrolarıyla çalışılmaya başlanmış. Bu anlayışla hazırlanan edebiyat tarihlerinden ilk aklıma gelen eserler sekiz ciltlik “Türk Dünyası Edebiyat Tarihi” ve Talât Sait Halman’ın editörlüğünde, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dört cilt halinde yayınlanan “Türk Edebiyatı Tarihi”dir ki bu çalışma geçtiğimiz yıllarda, yanlış anımsamıyorsam 2019’da tekrar elden geçirilip yenilendi. Bu yenilenme özelliğiyle de ayrı bir önemi var bence. 

Ahmet Bozkurt’un “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı” çalışması edebiyat tarihi açısından önemli bir katkı. Ahmet Bozkurt “100 yıllık edebiyat birikiminin bilançosunu çıkarmayı” hedeflemiş. Edebiyatın “tarihsel, toplumsal, düşünsel dinamiklerden beslenen” bir tür olduğu tespitiyle panoramik, analitik, “yerine göre de dün - bugün çatışkısının izlerini sürmeye çalışan” bir eser ortaya çıkarmayı hedeflemiş. “Dönemselleştirme, sınıflandırma kaygılarından ziyade var olanı resmederek ileri okumalara kapı aralamak” amacında. Yerine göre eleştirel yerine göre betimleyici bir bakış geliştirilmeye çalışılmış.

Dört bölümden oluşan çalışmada şiir, öykü, roman, tiyatro edebiyatı, mizah, folklor, eleştiri, çocuk ve gençlik edebiyatı ele alınmış. Bölümler de şöyle adlandırılmış; 1. Bölüm “Dönemler, Akımlar ve Hareketler”, 2. Bölüm “Edebiyatın Seyir haritasında yazınsal türler”, 3. Bölüm “Kavramlar, düşünsel yönelişler ve edebiyat pratikleri”, 4. Bölüm “Edebiyatın yaşam alanları”. Kitap “Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı kronolojisi” ile tamamlanıyor.

Çok değerli, alanlarında uzman bir yazarlar kadrosu var; Metin Kayahan Özgül, Baki Asiltürk, Ali Ömer Türkeş, Necip Tosun, Hilmi Zafer Şahin, M. Emir İlhan, Alphan Özgül, Sedat Sever, Murat Belge, Özgür Taburoğlu, Orhan Tekelioğlu, Ömer Solak, Haydar Ergülen, Mehmet Can Doğan, Turgay Anar.

Tabii ilk akla gelecek soru edebiyatı temsil eden türler olarak seçilenler hakkında olacak. Edebiyat tarihi yazımının tarihine baktığımızda “edebiyat” diye genellikle “şiir, öykü, roman, tiyatro edebiyatı”nın ele alındığını görüyoruz. O nedenle “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı” çalışmasında mizah, folklor, eleştiri, çocuk ve gençlik edebiyatının da ele alınması önemli bir gelişme. Özel ilgi alanım olduğu için mizahın edebiyat türü olarak bile sayılmadığını, görmezden gelindiğini biliyorum. Ama deneme, gezi, anı, röportaj, günlük, biyografi-otobiyografi gibi türlerin neden kapsam dışı bırakıldığını merak ettim. Tabii mizahın olduğu bir çalışmada polisiye, bilimkurgu gibi yeni türler neden sadece Ömer Türkeş’in roman değerlendirmesi içinde ele alındı, niye popüler edebiyat ayrı bir bölümde değerlendirilmedi gibi sorular da olacaktır. Doğru bir kararla dergileri ele alan özel bir çalışma yapıldığını da göz önüne alarak edebiyat tarihleri, yeni medyada (TV, radyo, internet vb.) edebiyatın yeri gibi makalelerle de çalışmanın zenginleştirilebileceği söylenebilir ama bu isteklerin sonunun da olmayacağı bir yerde sınır koymanın gerektiği de bir gerçek.

Bu tür çok yazarlı tarih çalışmalarında temel sorun, bölümler ya da makaleler arasında üslup ve bakış açısı açısında farklılığın ortaya çıkması ve bütüncül bir bakışın sağlanamamasıdır. “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı”nda ana aksı oluşturan, akımlar, şiir, öykü, roman, edebiyat eleştirisi ve edebiyat dergileri çalışmalarında bu bütüncül bakışın yakalandığını söyleyebilirim. Çok yazarlı bir çalışmada bazı sapmaların olması ise kaçınılmaz, o kadarını da kusur saymamak gerekir diye düşünüyorum. Farklı yazarların kaleme aldığı yazılarla niteliksel de niceliksel de denge kurmak çok zor. “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı” genelinde başarılı bir çalışma, edebiyat tarihimize değerli bir katkı olduğunu söylemeliyim. Konuşulup tartışılması kaçınılmaz. Bir başvuru kaynağı da olacaktır.

Kitaptaki makaleleri okuduğumda bende oluşan ilk düşünce edebiyatımızın sınırlar içinde sıkıştığı oldu. Belli konularda, belli biçimlerde, büyük şehirlerde ve kentlilerde sıkışıp kalmış bir edebiyatımız var.

Cumhuriyetin kurulması ile yaşanan değişimin edebiyatta da gerçekleştiğini anlıyoruz. Tabii siyasetin etkisinin edebiyatın üzerinden hiç kalkmadığı da bir gerçek. Siyaset hep edebiyatı belirlemeye çalışmış, ulus edebiyatı yaratma isteği de bunu iyice derinleştirmiş. Edebiyat insan mühendisliğinin bir parçası olarak görülmüş. Düzene uygun kafalar oluşturabilmek için edebiyatın güdümlü olması gerektiğine inanılmış. Bu yaklaşımlar ve destekler ya da yasaklarla, sansürlerle gelen devlet müdahalesi edebiyatı zedelemiş. Tüm müdahalelere, engellemelere, sınır koyma çabalarına rağmen yine de iyi, kayda değer bir edebiyatımızın olduğunu da söyleyebilirim.

“Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı”nı okuyup bitirdiğimde aklıma takılan ikinci soru, “Türk edebiyatı dünya edebiyatının neresinde?” oldu. Murat Belge’nin “Dünya edebiyatı karşısında Türk edebiyatı” başlıklı makalesi bu soruyu düşündürüyor ama bir cevap vermiyor, başka açıdan yaklaşıyor meseleye. Ben bu noktada da bir sıkışma olduğunu düşünüyorum. Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi Dünya edebiyatında yer edinebilmiş yazarlarımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Kendi sınırlarımız içinde kalmışız. Birçok Dünya şiiri ya da öyküsü antolojisinde yerimiz olmadığını bildiğimden Dünya edebiyatı tarihi yazanların aklına Türk Edebiyatı diye bir şey geleceğinden şüpheliyim. (12.05.2024)

x

Yorumlar