“Köpek ne olup bittiğini anlamaktan vazgeçmiş gibi, salınarak kahvenin önünden ayrılıp arabaların arasından geçerek yandaki sokağa yöneldi. Telefon o sırada çalmış olmalıydı. Sarı, ıslak kuyruğun, kahvedeki yıkık tiplerle nasıl dese bir tür bağ, hatta bir simetri oluşturduğu kesite bakarken. Çantayı bir süre karıştırdıktan sonra telefonu bulup açtı. ‘Terörle Mücadele Şubesi’nden başkomiser Azmi,” dedi telefondaki ses, “kızınız burada, hemen gelmeniz gerekiyor.’”
Ayşegül Devecioğlu’nun “Kuma Daireler Çizen”inin (Metis yay.) kahramanı kızının cinayet işlediği haberini böyle alıyor. Terörle Mücadele Şubesi’nden aranmasının onun için farklı bir anlamı da var. Çünkü 80 askeri darbesi öncesi devrimci mücadele verirken yolu oradan geçmiş ve orada neler yaşanabileceğini çok iyi biliyor.
Mine cinayet işlemekle kalmamış,
itiraf da etmiş. Bir iş adamını öldürmüş. Bir türlü kızının Terörle Mücadele
Şubesi’nde tutulmasını anlayamaz. Çünkü ona göre kızı Mine kendi halinde
birisi, anne ve babasının aksine siyasetle ilgilenmemiş. “Kızım siyasetle
ilgilenmez” diye düşünür ve “Peki neden orada?” diye sorar.
Aslında hayatta her şey bir
yönüyle siyasetle ilgilidir ve bizde siyaset denilince mutlaka terörle bir
bağlantı kurulur. “Kuma Daireler Çizen”in adını bilmediğimiz kahramanı (ki bir
adı olsa daha somut olurdu, gerçi takma adını sonra, ancak romanını sonunda
öğreneceğiz) gerçekleri öğrenip gerçek katili ortaya çıkarmaya karar verir. Katili
ararken de en yakınındakilerden başlayarak ülke ve dünya hakkında birçok
gerçekle karşılaşır.
Ayşegül Devecioğlu “ne yazsa
okurum” dediğim usta yazarlardan. Bu kez polisiye yazmış. Roman arka kapakta “sarsıcı, düşündürücü bir polisiye” diye tanıtılıyor.
Kitabın sonundaki “Teşekkür”de de Ayşegül Devecioğlu polisiye
yazmaya nasıl karar verdiğini anlatıyor. Kafasındaki hikâyenin polisiyenin
imkanlarıyla daha etkili anlatılabileceğine karar verince polisiye yazmaya
karar vermiş. “İlk adımda acı gerçekle karşılaştım: Zor işti” diyor samimi bir
ifadeyle. Polisiye meraklısı bir okur olarak ilgim daha da arttı.
Polisiyelerde baş kahraman her
zaman çok önemlidir. Kahraman ne kadar sahici olursa polisiyenin inandırıcılık
gücü de o kadar artar. Ayşegül Devecioğlu iyi bir yazar olarak
güçlü bir karakter yaratmış. Kişi ve mekân betimlemeleriyle kahraman daha da
güçleniyor. Gölgesiyle kavga eden tiplerden kahramanımız. Geçmişiyle bitmemiş
bir hesaplaşması var. Bu nedenle başta kendisi olmak üzere herkesle kavga etme
potansiyeli yüksek. Hele görüşmesi gereken kişiler emniyet mensubu olunca
geçmişin yaraları iyice belirginleşmekle kalmıyor, kanamaya da başlıyor.
Üstelik kahramanımız geçmişinden
gelen doğrularla bakıyor dünyaya. O doğrularla insanları yargılıyor,
sınıflandırıyor ve bütün öfkesini yansıtacak bir şekilde onlara doğru
bildiklerini haykırıyor. Ortam ve koşullar hiç önemli değil. Sözünü sakınmıyor.
Sert ve nüfuz edilemez bir yapısı
var. Böyle olunca da doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Yalnız kalıyor.
Kocasıyla boşanmış, kızı ilk fırsatta onu terk etmiş ve olabildiğince az
görüşmeye başlamış. Pek arkadaşı da yok. Soyutlanmış, günümüz gerçeklerinden
kopuk bir yaşamı var.
Aslında kızını da pek tanımıyor.
“Kızım siyasetle ilgilenmez”, “kızım o tip adamlarla görüşmez”, “kızım cinayet
işlemez” gibi sözler etse de somut bilgilerden yola çıkmıyor, sadece gönlünden
geçeni yani umduğunu söylüyor. Yavrusunu kanatları altına alıp korumak isteyen
anne tepkileri veriyor.
Kahramanımız, araştırmalarını
derinleştirince kızıyla çok iyi ilişkileri olduğunu anladığı eski kocasını da
tanımadığını anlayacaktır. Eski devrimci
yeni “iş adamı” Ziya’nın ilişkilerini anlamakta da zorlanır, daha doğrusu
Türkiye gibi ülkelerde “iş insanı” denilenlerin siyasilerle, emniyetle ve
mafyayla kurduğu ilişkilerden haberi yoktur. Gazeteci dostlarına danışarak
bilgi haznesini geliştirir ve cinayetin ardında uluslararası bir ilişkiler ağı
olduğunu anlar.
Ayşegül Devecioğlu polisiye
yazıyorum diye edebiyatı ihmal etmemiş. Kendine has anlatımını korumuş. Bu
yaklaşım olaylara girişi, yani polisiyeyi biraz geciktiriyor ama romanını
farklılaşmasını, Ayşegül Devecioğlu’na has olmasını ve lezzetini de sağlıyor.
“Katil kim?” sorusunun cevabı kadar, belki de daha çok kahramanın kişiliği,
dünyaya bakışı, insanlarla ilişkileri ilgimi çekti. Özellikle kızıyla
kuramadığı ilişkiyi, Mine’nin ondan uzaklaşma nedenlerini merak ettim. Bu boyutuyla
roman bir anne – kız ilişkisi ya da ilişkisizliği romanı olarak da okunabilir.
Ayşegül Devecioğlu, Türkiye
gerçeklerini ihmal etmeden kaleme almış polisiyesini. Ülkemizde suçun suçlunun
yanına kâr kalabileceğini de sık sık anımsatıyor. Ama “Kuma Daireler Çizen”
kategorilere sokulmadan da okunabilecek bir edebiyat eseri, iyi bir roman. (06.10.2024)
Yorumlar